✨ Tasavvufun Ortaya Çıkış Sebepleri Nelerdir
Qb3qeOi. Katkı Somurgeciligin ortaya cikis sebepleri nelerdir? İçindekiler1 Sömürgeciliğin ortaya çıkış sebepleri nelerdir?2 Sömürgecilik nedir maddeler halinde?3 Kolonizm ne demek?4 Sömürge ne demek?5 Kolonyalizm ne demek TDK?6 Sömürgeciliğin yerini mandacılık ne zaman almıştır? Sömürgeciliğin ortaya çıkış sebepleri nelerdir? Sömürgeciliğin başlıca nedenleri nelerdir? Büyük devletlerin yayılmacı politikası Tarihte kurulan büyük devletlerin hepsi yayılarak bir cihan devleti olma hayalini taşımışlardır. Göç, koloni ve artan nufusa yeni yerler bulma düşüncesi. İnsan gücü ihtiyacı Hammadde sorunu. Jeopolitik konum. Dini yayma. Ilk sömürgeci devlet kimdir? İlk sömürgecilik faaliyetlerine başlayan devletler arasında İspanya ve Portekiz gelmektedir. Sömürgecilik ne zaman sona erdi? Dünya’da 1960-70’lerde sömürgecilik sona ermesine karşın eskiden sömürge olan ülkeler günümüzde hâlâ güçlü Batı etkisi altındadırlar. Devam eden bu Batı etkisi yeni sömürgecilik şeklinde adlandırılmaktadır. Sömürgecilik nedir maddeler halinde? Daha güçlü bir ulusun, zayıf bir ulus üzerine kurduğu siyasal, ekonomik ve askeri egemenliğe sömürgecilik denir. Genellikle sömürdükleri bölgelerin kaynaklarına el koyan sömürgeci ülkeler, aynı zamanda sömürgeleri altındaki halkların sosyo-kültürel ve dini değerlerini de değiştirmeye çalışır. Sömürgeci devletler kimlerdir? 1492’ten 1945 yılına kadar dünya haritası ve kolonileri gösterdikten sonra sömürgeci devletler Fransa, İngiltere, Portekiz, İspanya, Hollanda, Almanya, İtalya ve Belçika’nın sömürüsü olan toprakların ayrı ayrı haritalarını verelim. Sömürgecilik; 1750-1830 yılları arasında Avrupa’da ortaya çıkan sanayi inkılabı sonucu ortaya çıkan pazar ve hammadde sorunu üzerine doğdu. l. Dünya savaşının da gerçek nedeni sömürgeler nedeniyle büyük devletler arasındaki rekabettir. Emperyalist devletlerin yaşaması, sömürü üzerine kurulmuştur. Sömürgecilik nedir nedenleri ve sonuçları? Kolonizm ne demek? Sömürgecilik; kolonicilik, kolonyalizm ya da müstemlekecilik, genellikle bir devletin başka ulusları, devletleri, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılmayı istemesidir. Modern sömürgecilik nedir? Yeni-sömürgecilik, klasik sömürgecilikte olduğu gibi, zengin ve güçlü ülkelerin fakir ve zayıf ülkeleri askerî güç ile doğrudan değil, daha çok ekonomik güç kullanarak, dolaylı bir şekilde kontrol altında tuttuğu bir tür emperyalizmdir. Sömürgecilik hangi olaydan sonra ortaya çıkmıştır? Sömürgecilik faaliyetleri ilk kez 15. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıktı. Bu dönemde zayıf devletler güçlü devletlerin himayesi altına girdi. Deniz yolculukları ile seferler düzenleyen güçlü devletler bu devletleri hakimiyeti altına aldı ve onları sömürdü. Özellikle ilk Avrupa sömürgeciliği de bu dönemlerde başladı. Sömürge ne demek? Bir ulusun sınırları dışında politik, ekonomik nüfuzu altında bulunan ve kendi yönetimine bağladığı yerlerdir. 11. yüzyılda Rönesans’la birlikte sömürge şekilleri ortaya çıktı. Keşifler Avrupa devletlerinin kıta dışında sömürgeler elde etmelerine yol açtı. İspanya Tarihteki ilk okyanus ötesi imparatorluğu kuran İspanyolların irili ufaklı detaylarında verildiği sömürge haritası.. Osmanlı devleti sömürgeci bir devlet midir? Yani özetle teorik ve kavramlar açısından Osmanlı İmparatorluğu sömürgeci’ devletler arasında yer almamıştır. Sömürgeci ülkeler nelerdir? Bu ülkeler şunlar Çin, Japonya, İran, Bhutan, Nepal, Umman, Tayvan, Tayland, Türkiye, Andorra, Danimarka, Lüksemburg, Vatikan, San Marino, Monaco ve Suudi Arabistan. Ayrıca devlet olarak bağımsız olmayıp başka bir bağımsız devlete katılan sömürge bölgeleri var. Örneğin, Goa, Hong Kong, Macau vb. Kolonyalizm ne demek TDK? TDK sözlüğüne göre Fransızca kökenli bir sözcük olan kolonyalizm; “sömürgecilik, müstemlekecilik” anlamına gelmektedir. 8 sınıf sömürgecilik ne demek? Modern sömürgecilik ne zaman başladı? Modern sömürge imparatorlukları ilk olarak 15. yüzyılda o zamanlar en gelişmiş Avrupa denizcilik güçleri Portekiz ve İspanya arasında bir keşif yarışıyla ortaya çıktı. Sömürgeciliğin yerini mandacılık ne zaman almıştır? Savaşı sırasında yaptıkları Sykes-Picot gizli antlaşması ile bir asırdır alt yapısını oluşturdukları Suriye’nin savaş sonunda kendilerine verilmesi konusunda anlaşmışlardı. San Remo Konferansında da Suriye’nin manda yönetimini alarak bu isteklerine kavuştular. Türkiye hangi ülkenin sömürgesi? türkiye’nin emperyalist abd’nin sömürgesi olmasıdır. sömürge valisi de francis ricciardone’dir. Sömürgeci devletler hangileri? Bağımsız olan ülke sayısına bakarsak, Tablo 1’de görüldüğü gibi, en sömürgeci ülkelerin sırasıyla, İngiltere, Fransa, İspanya, Rusya ve Osmanlı olduğunu görüyoruz. Bunların dışında, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda ve Belçika gibi sömürgeci güçleri anmamız gerekir.
Tasavvuf Kavramı hakkında Eşref Yılmaz Hoca Efendi tarafından yazılan bu yazı, önceki Tasavvuf Nedir, Tarikat nedir başlıklı yazısının devamıdır. “Tasavvuf” kavramı sonraki dönemlerde kullanılan bir kavram değil midir? Bu iddiayı, büyük bir muhaddis olan er-Râmehürmüzî “el- Muhaddisu’l-fâsıl beyne’r-râvî vel-vâ’î“ adlı eserinde, İmâm-ı Mâlik’ten Rahimehullâh yaptığı şu nakil çürütmektedir; Eski Kaynaklarda Tasavvuf ve Sûfî İmam Malik’e Rahimehullâh bir sûfî gelerek “Ey Ebû Abdillah! Sana hadisten bir şey arz etmek istiyorum” der. Konuşmanın tam bir metinle nakledildiği bu rivayette “kâle Malik” قال مالك ve “kâle es-sûfî” قال الصوفي kelimeleri defalarca tekrarlanmıştır. [1] İmam-ı Mâlik, h. 90 yıllarında doğmuştur ve görüldüğü üzere sûfî kelimesi ilk devirlerden itibaren kullanılan bir kelime olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde, Ahmed b. Hanbel, Ebû Süleyman ed-Dârânî, Süfyân es-Sevrî ve Hasan-ı Basrî Rahimehumullah gibi büyük âlimlerin bu kavramı telaffuz ettikleri kaynaklarda zikredilmektedir. Bu soruya şöyle bir cevap da verilebilir Tasavvuf, “ihsan” makamıdır. Siz buna ister “tasavvuf” adını verin, ister “ihsan” adını verin, ister “ahlâk” deyin, ister “ruh terbiyesi” deyin ortada hiçbir ihtilaf söz konusu olamaz. Çünkü tasavvuf, gerçekte Allahu Teâlâ’yı murakabe etmek, rûhî ve ahlâkî eğitime önem vermek, Allah-u Teâlâ ile irtibatı kuvvetlendirmek, kalbi mâsivâdan arındırmak, güzel işler yapmak ve insanlara güzel davranmak gibi amel ve eylem manzumesinin ifadesidir. Dolayısıyla tasavvuf, ismiyle olmasa da bir hâl, durum, vaziyet olarak kökleri Hazreti Peygamber Sallallâhu aleyhi ve sellem ve Sahâbe-i Kiram Rıdvanullahi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn zamanına kadar uzanan bir hayat tarzı olarak zaten mevcuttu. [1] el- Muhaddisu’l-fâsıl Sayfa 438
Tasavvuf, kalp temizliğini, güzel ahlakı ve ruh olgunluğunu konu alır. Kur'an'da ve hadislerde geçmeyen tasavvuf kelimesinin anlamı nedir? Tasavvuf insana ne kazandırır? Tasavvufî düşüncenin dinî ve fikrî temelleri nedir? Zahid ve abid nedir? Tasavvufun amacı nedir? Tasavvufun konusu nedir? Kur'an'a göre Allah kimleri sever? Allah’ın sevdiği kullar ile ilgili ayetler nelerdir? Diyanet’in İlmihal-1 “İman ve İbadetler” kitabında yer alan bilgilere göre, tasavvuf ve tasavvufi düşüncenin dini ve fikri temelleri hakkında merak edilenleri derledik. Hicri ilk iki yüzyılda kişinin kendi iç dünyasındaki derinlik ve zenginliği, coşkulu dindarlığını ifade için genelde zühd, rikak-rekaik, takvâ, ibadet gibi kelimeler kullanılıyor, böyle kimselere de zahid ve abid deniliyordu. Hicrî III. yüzyıldan sonra daha kapsamlı olarak tasavvuf, sûfî, sûfiyye gibi terimler kullanılmaya başlandı ve bir dönemden sonra tasavvuf ayrı bir ilim ve davranış biçimi olarak ortaya çıktı. TASAVVUF NEDİR? Tasavvuf, kalp temizliğini, güzel ahlâkı ve ruh olgunluğunu konu alır. Amaç müminleri terbiye etmek ve manen yükseltmektir. Bu amaca ulaşmak için dünyadan çok ahirete önem vermek, maddî değerlerden fazla manevi değerlere bağlanmak, daha nitelikli ve daha çok ibadet etmek ve nefsi disiplin altına almak gerekir. TASAVVUFİ DÜŞÜNCENİN DİNİ VE FİKRİ TEMELLERİ NEDİR? İslâm, müminlerin dünya hayatına ve maddî zevklere dalmamalarını, âhirete ve mânevî değerlere öncelik vermelerini ister. Yüce Allah şöyle buyurur "Azgınlaşan ve dünya hayatını tercih edenin gideceği yer cehennemdir" en-Nâziât 79/38. "Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz ama âhiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır" el-A'lâ 87/16. Tasavvufta dünya hayatına âhiret hayatı kadar veya daha fazla önem vermemek esastır. Bu nokta Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîs-i şeriflerde de kuvvetle vurgulanmıştır. Allah Teâlâ buyurur "Dünya hayatı aldatıcı bir metâdan başka bir şey değildir" Âl-i İmrân 3/185. "Doğrusu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir" Muhammed 47/36. "Allah'ın vaadi haktır, sakın dünya hayatı sizi kandırmasın ve şeytan Allah'ın affına güvendirerek sizi aldatmasın" Lokmân 31/33. "Dünya menfaati önemsizdir, takvâ sahipleri için âhiret daha hayırlıdır" en-Nisâ 4/77. "Şu dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlencedir, âhiret ise gerçek bir hayattır" Ankebût 29/64. "Dünya hayatı sadece bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir öğünme vesilesi ve daha çok servet ve evlâda sahip olma yarışıdır" el-Hadîd 57/20. "Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan iyi işler ise hem sevap olması bakımından hem de ümit bağlanması bakımından Rabbinin nezdinde çok hayırlıdır" el-Kehf 18/46. Kur'ân-ı Kerîm birkaç yerde dünya hayatını temsille anlatmıştır "Onlara şunu misal ver Dünya hayatı gökten indirdiğimiz bir yağmura benzer. Bu sayede yeryüzünde biten bitkiler birbirlerine karışmış, sonra kurumuş, rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah'ın gücü her şeyin üstündedir" el-Kehf 18/45; Âl-i İmrân 3/117; Yûnus 10/24; el-Hadîd 57/20. Kur'ân-ı Kerîm'e göre insan dünyadan çok âhireti istemelidir "Kim âhiret yararını isterse ona bunu fazlasıyla veririz, kim dünya yararını isterse ona da dünyadan bir şeyler veririz, ama âhirette bir nasibi olmaz" eş-Şûrâ 42/20; el-Bakara 2/200; Âl-i İmrân 3/145; Hûd 11/15. Kısaca servetler, kazançlar, zenginlikler ve her çeşit nimetler âhirette ve Allah katında bol bol mevcuttur bk. en-Nisâ 4/94. Hadîs-i şeriflerde de aynı hususların sıklıkla ifade edildiği görülür "Dünyada bir garip veya yolcu gibi yaşa, kendini kabirde yatanlardan say" Buhârî, "Rikak", 3; Tirmizî, "Zühd", 25; İbn Mâce, "Zühd", 6. "Dünyaya karşı soğuk olanı Allah, halkın malına göz dikmeyeni insanlar sever" İbn Mâce, "Zühd", 1. "Kabirleri ziyaret ediniz. Zira bu, sizi dünyadan soğutur, âhirete ısındırır" İbn Mâce, "Cenâiz", 47. Hz. Peygamber dünyanın gösteriş ve çekiciliğine kapılmanın muhtemel tehlikeleri konusunda ümmetini uyarmıştır Buhârî, "Rikak", 3; Tirmizî, "Zühd", 25. Hz. Peygamber şahsen yukarıda anlatılan ilkelere uygun olarak yaşamış; dünya malına tamah etmemiş, maddî zevkler peşinde koşmamış, daima âhiret hayatına öncelik vermiş ve onu üstün tutmuştur. Şöyle buyurmuştur "Uhud dağı kadar altınım olsa, borcumu ödemek için bundan ayıracağım miktar hariç, altınların üç günden fazla yanımda kalmasını arzu etmezdim" Buhârî, "Zekât", 4; Müslim, "Zekât", 31. Hz. Peygamber vefat edince altın, gümüş miras bırakmadı. Bıraktığı miras beyaz bir katır, bir silâh ve vakıf arazisinden ibaretti Buhârî, "Vesâyâ", 1. Hz. Peygamber sade ve mütevazi bir hayat yaşamış, hiçbir zaman dünya nimetlerinin cazibesine kapılmamış, ganimet malları sebebiyle Müslümanların elleri az çok genişlediği halde o eski yaşama biçimini sürdürmüş, öbür müslümanlar düzeyinde bir hayata kavuşmak isteyen hanımlarına küsmüş ve onlardan dünya ile kendisi arasında bir tercih yapmalarını istemişti bk. el-Ahzâb 33/28; Buhârî, "Tefsîr", 66; Müslim, "Talâk", 5. Dünyayı âhiretle bir ve eşit tutmak veya ondan üstün tutmamak zühddür. Zühd ilkesine bağlı olarak yaşayan kişilere de zâhid denir. Kur'an ve hadislerde zühde büyük önem verilmiş, bunun zıddı olan dünyaya düşkün olma, tamah, ihtiras ve çıkarcılık şiddetle yerilmiştir. Zühd tasavvufun temelidir. Ahiretin dünyadan üstün, oradaki nimetlerin buradaki servetten daha önemli olduğuna inanan bir müslüman daha nitelikli ve daha çok ibadet eder, hak hukuk gözetir, ahlâk kurallarına bağlı kalır, haram ve helâli bilir. Böyle bir hayat yaşamayan bir kimsenin dünyadan çok ahirete önem ve değer verdiği söylenemez. İbadet zühdün tabii bir sonucudur. Yüce Allah namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetleri farz kılmıştır. Hz. Peygamber ise farz olan ibadetlerle yetinilmemesini, nâfile ve sünnet olanların da yerine getirilmesini tavsiye etmiştir. Farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler, teheccüd, evvâbin ve tahiyyetü'l-mescid gibi diğer nâfile namazlar, receb ve şâban gibi aylarda belli miktarda tutulan oruçlar, umre ve sadaka böyledir. İbadetlerin amacı nefsi disiplin altına alarak Allah'a yaklaşmaktır. Tasavvufta farz ve nâfile ibadetleri şartlarına uygun olarak huşû ve ihlâsla yerine getirmek esastır. Sûfîler özellikle farz olmayan ibadetleri belli düzen içinde yerine getirmeye özen gösterirler. İbadetsiz tasavvuf olmaz. İslâm'da kalp temizliği önemlidir. Her şeyden önce Cebrâil Kur'ân-ı Kerîm'i Hz. Peygamber'in kalbine indirmiştir el-Bakara 2/97; Şuarâ 26/194. Vahiy de ilham da kalbe gelir. "Allah'ın huzuruna temiz selim bir kalple çıkmaktan başka hiçbir şeyin faydası yoktur" eş-Şuarâ 26/89; es-Saffât 37/84; Kaf 50/33. "Allah sekîneti huzuru müminlerin kalplerine indirmiştir" el-Feth 48/4. "Kalpler Allah'ı zikretmekle itminan bulur" Yûnus 10/74. Onun için Allah'ı çok zikretmek tavsiye edilmiştir bk. el-Ahzâb 33/41. Her şeyin temeli olan iman kalbin tasdiklerinden ibarettir. Niyet bütün ibadetlerin temelidir. Halis niyet de kalpte gerçekleşir. İbadetlere kalbin temiz, niyetin iyi olması oranında sevap verilir Buhârî, "Îmân", 41; Müslim, "İmâret", 155. Kur'an kalbin görme niteliğinden söz eder. Yeryüzünde dolaşıp ibret almayanları, düşünecek kalbi, işitecek kulağı olmayanları uyarır "Dikkat edin, baştaki gözler değil, göğüsteki kalpler kör olur" el-Hac 22/46. Hassas, yufka ve temiz kalplerden bahseden Kur'an taş gibi katı, kirli ve kilit vurulmuş kalplerin bulunabileceğine de dikkat çeker. Kalbin kirlenmiş şekline bazan nefis de denir. Buna karşı nefsin arınmış şekli de kalptir, kalp hükmündedir. "Nefsini kirleten hüsrandadır, onu arındıran kurtuluşa erer" bk. eş-Şems 91/9-10. Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur "İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. O iyi olursa beden tümüyle iyi, kötü olursa tamamıyla kötü olur. Dikkat, o kalptir" Buhârî, "Îmân", 39; Müslim, "Müsâkat", 107. Bir hadiste, "Başkaları fetva verse de, sen fetvayı kalbine sor" Dârimî, "Buyû'", 2; Müsned, IV, 228 denilerek vicdanın sesine kulak verilmesi istenmiştir. Hz. Peygamber, "İyi, gönüle yatan, günah gönülü tırmalayan şeydir" Müsned, IV, 194, 228 buyurarak şüpheli konularda kişinin kalbine başvurmasını, başkasının denetlemesinden önce kişinin kendi kendini denetlemesini tavsiye etmiştir. Kur'an'da ve hadislerde takvâya büyük önem verilmiştir. Hz. Peygamber kalbine işaret ederek, "Takvâ buradadır" demişti Müsned, V, 379. TASAVVUFUN KONUSU NEDİR? Tasavvufun konusu kalptir. Tasavvuf bir kalp ilmidir. Sûfîlere bu yüzden gönül ehli denilmiştir. Tasavvufî düşünce Allah korkusu ve Allah sevgisi temeline dayanır. ALLAH KORKUSU Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şeriflerde "havfullah mehâfetullah ve haşyetullah" denilen Allah korkusu üzerinde çok durulmuştur. Günah işleyenlerin ve başkalarına haksızlık edenlerin Allah'ın gazabından ve azabından korkmaları lâzımdır. Kur'an'da "Eğer inanıyorsanız biliniz ki en çok korkulmaya lâyık olan Allah'tır" et-Tevbe 9/13; el-Ahzâb 33/37, "Onlardan değil, benden korkun" Âl-i İmrân 3/175 buyurulur. Kişi insanlardan değil, Allah'tan korkarak günah işlememeli, kötülük ve haksızlık etmemelidir. Gizli-açık işlenen her kötülüğü bilen Allah Teâlâ'nın işlenen kötülükleri cezasız bırakmayacağına, er veya geç bunun hesabını soracağına inanmalı, dinin emirlerine uyup yasaklarından kaçınırken Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmamalıdır. Allah Teâlâ böyle kullarını över "Onlar Rablerinden de, kötü azaptan da korkarlar" er-Ra'd 13/28. "Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmazlar" et-Tevbe 9/18; el-Ahzâb 33/39. Başta peygamberler ve velîler olmak üzere bütün müminler Allah'tan korkar. Hz. Peygamber, "Allah'ı en iyi bileniniz ve ondan en çok korkanınız benim" buyurmuştur Buhârî, "Edeb", 72; Müslim, "Fezâil", 35. Bir hadiste de "Hikmetin başı Allah korkusudur" Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, I, 421 buyurulmuştur. Allah'tan korkan başkasından korkmaz. Allah korkusu diğer korkuları siler ve kişiyi cesur hale getirir. Allah'tan korkanların âhirette de korkuları olmayacak, mahzun olmayacaklardır el-Bakara 2/38, 62, 112, 262, 274, 277. İşte Allah'ın velî ve ergin kulları bunlardır. Allah korkusu konusu üzerinde çok duran sûfîler bunu tasavvufun temel ilkelerinden biri haline getirmişlerdir. Buradaki korku aynı zamanda Allah'ı sevmekten kaynaklanan bir çekinme mahiyetindedir. Bu sebeple Allah korkusu ile Allah sevgisi, birbirini tamamlayan iki kavramdır. ALLAH SEVGİSİ Bu sevgi İslâm'daki manevi hayatın temelidir. Bu temele dayanmayan ibadet ve ahlâk gibi davranışlar İslâm açısından bir anlam ifade etmez. Bir mümin severek Allah'a itaat ve ibadet ederse, onun emirlerine ve yasaklarına uyarsa bunun değeri vardır. Allah Teâlâ'yı seven onun kelâmı olan Kur'an'ı ve resulü olan Hz. Muhammed'i, onun dava arkadaşları olan sahâbeyi de sever. Kısaca Allah'ın sevdiği herkesi ve her şeyi sever. Kur'an'da Allah sevgisi üzerinde önemle durulur. Yüce Allah şöyle buyurur "İman edenler Allah'a olan sevgileri ise çok fazladır" el-Bakara 2/115. Şiddetli ve çok sevgi aşk demektir. Bu âyet başta olmak üzere birçok âyette muhabbetullah denilen Allah sevgisine ve ilâhî aşka işaret edilir. Bir müslüman Allah'ı, Resulü'nü ve Allah yolunda mücadele etmeyi babasından oğullarından, kardeşlerinden, eşlerinden, kabilesinden, servetinden, ticaretinden ve meskeninden daha çok sevmekle yükümlüdür. Eğer daha çok sevmezse Kur'an'ın ifadesiyle "Allah'ın hükmü tecelli edene kadar bekleyin, Allah günahkâr bir toplumu hidayete erdirmez" et-Tevbe 9/24 tehdidine muhatap olur. Bunun anlamı şudur Bir Müslümanın Allah'ı, Resulü'nü ve Allah yolunda mücadele etmeyi yürekten sevmesi ve bu sevgi ve isteğini her zaman diğer şeylerden önde tutması gerekir. Hz. Peygamber "Allah ve Resulü'nü diğer şeylerden daha fazla sevmeyen kimse imanın hazzına eremez" deyince Hz. Ömer, "Ey Allah Resulü! Kendim hariç seni herkesten ve her şeyden çok seviyorum" demiş, Hz. Peygamber de "Olmadı yâ Ömer!" demişti. Hz. Ömer, "O halde seni kendimden de çok seviyorum" deyince Resûlullah "Şimdi oldu yâ Ömer!" buyurdu Buhârî, "Îmân", 9; Müslim, "Îmân", 15. İslâm'da Allah'la kulları arasındaki sevgi karşılıklıdır. Allah kullarını sever, kulları da onu severler. Kur'an şöyle der "Ey iman edenler! İçinizden her kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler" el-Mâide 5/54. İslâm inancına göre Allah Teâlâ vedûd ve velîdir. Yani mümin kullarını çok sever ve onları dost edinir. Kur'an'da Allah'ın hangi kullarını sevdiği şöyle açıklanır "Allah âdil olanları sever" el-Mümtehine 60/8; el-Hucurât 49/9. "Allah temiz insanları sever" et-Tevbe 9/108; el-Bakara 2/222. "Allah takvâ sahibi kullarını sever" Âl-i İmrân 3/76, et-Tevbe 9/4, 7. "Allah ihsan sahibi dürüst kişileri sever" Âl-i İmrân 3/148, el-Mâide 5/13, 93. "Allah tevekkül ehlini sever" Âl-i İmrân 3/159. "Allah sabırlıları sever" Âl-i İmrân 3/146. "Allah tövbe edenleri sever" el-Bakara 2/222. Yüce Allah, Peygamberimizi herkesten çok sevdiği için ona "habîbullah" Allah'ın sevgilisi denilmiştir Tirmizî, "Menâkıb", 1. Nitekim Hz. İbrâhim için de "halîlullah" Allah'ın dostu ifadesi kullanılmıştır. Burada sözü edilen adalet kıst, vera', temizlik, takvâ, ihsan, tevekkül, sabır, tövbe tasavvufun temel kavramlarıdır. Sûfîler ve velîler Allah'ın sevgili kulu olma mertebesine ermek için bu hususları büyük bir özenle gerçekleştirmeye çalışır, ilâhî sevgiden mahrum olmamak için bunların zıddı olan hususlardan dikkatle kaçınırlar. Çünkü Allah zâlimleri, kâfirleri, günahkârları, kibirlileri, hâinleri, bozguncuları, müsrifleri, saldırganları sevmez eşŞûrâ 42/40, el-Bakara 2/176, en-Nisâ 4/107, el-Hadîd 57/23, el-Hac 22/38, elMâide 5/64, el-A'râf 7/31, el-Mâide 5/87. Seven sevgilisine itaat eder, ona tâbi olur, onu razı etmeye çalışır, emirlerine uyar, onu darıltacak davranışlardan sakınır. Kısaca sevginin sonucu Allah'ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmaktır. Allah'ın peygamberine uymak Allah'ın sevgisini kazandırır. Onun için yüce Allah buyurur "Ya Muhammed De ki eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olun ki O da sizi sevsin" en-Nisâ 4/80. Resûlullah'a itaat Allah'a itaat demektir "Resûlullah'a itaat eden Allah'a itaat etmiştir" en-Nisâ 4/80. Hz. Peygamber, müminlerin Allah için birbirini sevmeleri gerektiğini önemle vurgulamıştır. Kutsî bir hadiste, "Benim için birbirini sevenleri sevmem vâciptir" Muvatta, "Şiir", 16; Müsned, V, 233 buyurulmuştur. Hz. Peygamber, "Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" Müslim, "Îmân", 93; Ebû Dâvud, "Edeb", 131. "Bir kimse kendisi için istediği bir şeyi mümin kardeşi için istemedikçe iman etmiş olmaz" Buhârî, "Îmân", 7 buyurarak bu sevgi ile kâmil iman arasında sıkı bir bağ bulunduğuna işaret etmiştir. İslâm, müminleri sevgi ve dostluk bağlarıyla birbirine bağlamış, kaynaştırmış ve böylece fertleri birbirine kenetlenmiş bir toplum meydana getirmiştir. Sevgi bağı hem müslümanları Allah'a ve Resulü'ne, hem de birbirlerine bağlar. Müslümanlar iyi ve kötü günlerde, mutlu ve sıkıntılı zamanlarda daima bir arada olurlar. Hz. Peygamber, "Kişi sevdiğiyle beraberdir" buyurmuştur Buhârî, "Edeb", 69; Müslim, "Birr", 165. Bir müslüman Allah'ın gazabına uğramamak ve cehennem azabından kurtulmak için yaratıcısına ibadet eder. Bu amaçla ibadet etmek câizdir. Genellikle halk, özellikle zâhidler ve âbidler bu maksatla ibadet ederler. Cennete girmek ve oradaki nimetlerden yararlanmak için Allah'a ibadet ise evvelkine göre bir derece daha üstündür. Fakat sırf Allah'ın emrine uymak, rızâsını kazanmak için Allah'a ibadet etmek daha üstün bir mertebedir. Bu ibadet sevgi temeline dayanır. Sevenin sevgilisine itaat etmesi türünden bir boyun eğme ve emredileni gönül hoşluğu ile yerine getirme halidir. Peygamberlerin, sağ iken cennetle müjdelenen on sahâbenin, velîlerin ve âriflerin ibadetleri böyledir. Râbia el-Adeviyye'nin dediği gibi onlar cehennem ve cennet olmasa da Allah'a ibadet eder, ona itaati canlarına minnet bilirler. Nitekim bu konudaki hadislerden birinde, "Suhayb, Allah'ın ne hoş bir kuludur ki ondan korkusu olmasa bile günah işlemez", diğerinde, "Ebû Huzeyfe'nin âzatlası Sâlim, Allah'a âşık olduğundan O'ndan korkmasa bile günah işlemez" Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, II, 323 buyurulmuştur. Tasavvufta hedef bir Müslümanın gönüllü olarak ve seve seve Allah'a ibadet etmesini sağlamaktır. Bu mertebede ibadet insana zor gelmez, tersine ona haz ve huzur verir. İbadet halinde olmaması ise onu rahatsız eder. Hz. Peygamber zamanında var olan bu anlayış ondan sonra gelişerek devam etmiştir. Bu hareketin en önemli temsilcisi hicrî II. VIII. asrın ikinci yarısında yetişmiş olan ünlü sûfî Râbia el-Adeviyye'dir ö. 185/801. Bu tarihten sonra bu anlayışın yaygınlaşarak ve gelişerek devam etmesi tasavvufun İslâmî bir hareket olarak ortaya çıkmasına sebep olan faktörlerin başında gelir. Zühd ile tasavvuf arasındaki en önemli fark zühdde korku, tasavvufta sevgi unsurunun ağır basmasıdır. Zühd hareketinde korku sevgiyi, tasavvuf hareketinde ise sevgi korkuyu kapsar. Zühd âhirette kurtuluşu amaçlayan nisbeten özel bir mânevî hal, tasavvuf ise bu hayata dayanan ama daha çok Allah'ın rızâsını ve sevgisini kazanmayı amaçlayan daha kapsamlı mânevî hayattır. Tasavvufta Allah sevgisinin ne kadar önemli olduğunu göstermek için sûfîlerin üzerinde özenle durdukları ve önemle açıkladıkları şu hadîs-i şerife bakmak yeterlidir. Kutsî hadiste şöyle buyurulmuştur "Kulum farz ibadetlerle yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Nâfile ibadetlerle de bana yaklaşır. O kadar çok yaklaşır ki ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Artık o benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür. Böyle bir kul bana sığınırsa onu korurum, benden bir şey isterse dileğini yerine getiririm" Buhârî, "Rikak", 38. Tasavvuf kulun Allah'a yaklaşması ve O'nunla böyle bir mânevî ilişki kurmasıdır. Allah kuluna şah damarından daha yakındır Kaf 50/16. Allah'ın bir ismi "el-karîb"dir. Yani o her zaman herkese yakındır. Fakat sevdiği kullarına özel bir anlamda yakındır. Allah'ın yakınlığını kazanan insanlara mukarreb denir el-Vâkıa 56/88-89. Müslümanların iman ve ibadet itibariyle çeşitli dereceleri vardır. Bir hadiste imanın altı, İslâm'ın beş şartı sayıldıktan sonra en büyük mertebe olan ihsan şöyle tarif edilmiştir "İhsan, Allah'a, onu görüyormuşsun gibi ibadet etmektir, her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görmektedir" Buhârî, "Îmân", 37; Müslim, "Îmân", 57. Kur'ân-ı Kerîm'de, "İhsan üzerine olunuz, Allah ihsan üzere olanları sever" el-Bakara 2/195; el-Mâide 93 buyurulmuştur. Mutasavvıflar bu hadisten İslâm'ın üç mertebesi olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Bunlar sırasıyla İslâm, iman ve ihsan mertebeleridir. İslâm zâhir, iman zâhir ve bâtındır. İhsan ise zâhir ve bâtının hakikatidir. İslâm'da bilgi amelle, amel ihlâsla, ihlâs da Allah'ın rızâsını taleple kemale erer. Bilgi, ihlâs ve rızâ bu üç mertebenin başka bir ifadesidir. Müminler ilim, amel ve mertebe itibariyle birbirinden farklıdırlar. Nitekim Kur'an'da şöyle buyurulur "Kendilerine ilim verilenler derece derecedir". "Amel edenlerin de mertebeleri vardır". "Bakın nasıl bazısını diğer bazılarına üstün kıldık" el-Mücâdele 58/11; el-Ahkaf 46/19; el-İsrâ 17/21.
Tasavvuf; kalp temizliğini, güzel ahlâkı ve ruh olgunluğunu konu alır. Tasavvufta amaç mü’minleri terbiye etmek ve manen yükseltmektir. Bu amaca ulaşmak için dünyadan çok ahirete önem vermek, maddî değerlerden fazla manevi değerlere bağlanmak, daha nitelikli ve daha çok ibadet etmek ve nefsi disiplin altına almak gerekir. Peki tasavvufu nerede aramak gerek? Tasavvufi düşüncenin dayandığı temel kaynaklar nelerdir?Cenâb-ı Hak, insana نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِى "Rûhumdan üfledim” Hicr 29 buyurarak, kendi katından bir cevheri ikram etmekle, ona kıymetlerin en yücesini lütfetmiştir. Buna mukabil; insanın, Zât-ı Ulûhiyyet’ine muhabbet sûretiyle kullukta bulunmasını, neticesinde de mârifetten nasîb alarak, vuslata ermesini murâd etmiştir. Kulların hidâyete ulaşması için, insana birtakım üstün vasıflar lütfedilmiştir. Allah, buna ilaveten bir de aralarından müstesna yaratılışlı, vahye mazhar olmuş bazı kullarını peygamber olarak vazifelendirmek sûretiyle onlara ihsanda bulunmuştur. Peygamberlerin olmadığı zamanlarda ise, verese-i enbiyâ olan sâlih kullarıyla bu lütfunu devâm ettirmiştir. Rabb’in insanlığa müstesna bir yardımını ifâde eden peygamber gönderme keyfiyeti, bütün insanlığı şümûlüne alabilmesi için Hz. Âdem -aleyhisselam- ile başlamıştır. Hz. Âdem -aleyhisselam- hem ilk insan hem de ilk peygamberdir. Bu mübârek hidâyet yolu, ilâhî kudret akışları içinde bir nûr şerâresi hâlinde müteselsilen gelen yüz yirmi bin küsur peygamberle te’yîd ve takviye edile edile, insanlığın kaydettiği terakkîye muvâzî bir tekâmül kazanmıştır. Devrin husûsiyetlerine ve muhâtapların seviyelerine uygun bir teblîgatla devâm edip giden bu silsile, nihâyet son peygamber Hz. Muhammed’de -sallallahu aleyhi ve sellem- kemâline erişip âzamî zirveye ulaşmıştır. TASAVVUF NE ZAMAN DOĞDU? Tasavvuf, dînin özünü teşkîl etmesi bakımından, Hz. Âdem -aleyhisselam- ile başlayıp Asr-ı Saâdet’e kadar bütün peygamberlerin hayatlarında mevcûd olagelmiştir. Öyle ki, her peygamberin hayatında tasavvufun pek çok düstûrunu bulabilmek mümkündür. TASAVVUFİ DÜŞÜNCENİN DAYANDIĞI TEMEL KAYNAKLAR Esâsen Cenâb-ı Hak, O’nun, bi’setinden peygamber olarak gönderilişinden itibaren dünyânın sonuna kadar gelecek bütün insanlara bir örnek teşkil ettiğini beyân buyurmaktadır لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا الله َ وَالْيَوْمَ الآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا "Andolsun ki, sizin için; Allâh’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allâh’ı çok zikreden mümin’ler için Resûlullâh’ta en mükemmel bir örnek üsve-i hasene vardır." Ahzâb 21Bu demektir ki bütün insanlık, îmânî ve ahlâkî -daha umûmî bir tâbirle- tasavvufî davranış mükemmelliğine ulaşabilmek için o mübârek varlığın hayat ve faâliyetlerini lâyıkıyla öğrenmek mecbûriyetindedir. Kur’ân-ı Kerîm’in, kıyamete kadar insanlığa nazarî bir hidâyet rehberi oluşuna mukâbil; insanlığın fiiliyattaki rehberi olan, Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem- yolundan ve izinden yürümek, iki cihan ufkuna şâmil beşerî saâdetin yegâne vesîle ve vâsıtasıdır. İşte tasavvuf, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in mübârek hayatıyla zâhiren ve bâtınen bütünleşerek, engin bir muhabbetle kaynaşmaktır. Çünkü tasavvuf, Resûlullâh’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zâhirî-bâtınî, iç ve dış tecellîleri, yâni hâlidir. Onun içindir ki, Hz. Peygamber’in -sallallahu aleyhi ve sellem- rûhâniyetinden hisse alabilmek ve rûhen onunla mezc olabilmekten ibârettir. Diğer bir ifâdeyle tasavvuf, aşk ile birleşen îmân, vecd ile îfâ edilen ibâdet ve davranış güzelliğidir. Hâsılı tasavvuf Hz. Âdem’e -aleyhisselâm- "rûh üfürülmesi"yle başlayan bir yüce nasîbin, Âhirzaman Nebîsi'ndeki kemâl tezâhüründen, muhabbet dolu kalblere akseden feyz şebnemleridir. Kaynak Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Tasavvuf, Erkam Yayınları İslam ve İhsan
Tasavvufun ortaya çıkmasındaki temel etken nedir?Tasavvuf, silsile yolu ile Muhammed'e dayandırılan, Allah'ı anlamaya vesile olarak, Peygamber vârisi olduğuna inanılan Evliya ve Mutasavvıflar tarafından, "Hakk'tan aldığını halka sunuş" yolu olarak takdim edilen, dinin fıkıh, kelam, Ahlak ve tasavvuf olmak üzere dört ana temelden oluştuğu inancını savunan …Tasavvuf anlayışı nasıl ortaya çıkmıştır?Kuşeyrî'nin de açık bir şekilde belirttiği gibi tasavvuf Ehl-i sünnet'in bünyesinden doğmuştur. İlk sûfîlerin hepsi Sünnî'dir. Sûfîliğin ortaya çıktığı dönem İslâm dünyasında çeşitli ilimlerin kurulduğu, değişik mezhep ve akımların ortaya çıktığı bir döneminin ortaya çıkma sebepleri nelerdir?İslâmî zühd hayatının kaynağı, öncelikle Kur'ân ve hadislerdir. Diğer taraftan içinde yaşadıkları sosyal veya bireysel hayatın kültürel, toplumsal, psikolojik ve siyasî yapısı da, zühdü bir hayat tarzı haline getirmeye meyilli insanlar üzerinde etkili temel amacı nedir?Tasavvufun amacı, dini daha iyi yaşama ve cemiyet içinde dini değerlerin unutulmamasını sağlamaktır. … Tasavvufun amaçları ve temel ilkeleri, Allah korkusu, Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, ahlaki ve manevi değerlerin yaşanması, insani ve beşeri ilişkilerin dürüst ve samimi olarak gerçekleştirilmesi düşüncesi ne demek?Tasavvuf, Tanrı'nın birliğini ve evrenin oluşunu varlık birliği Vahdet-i Vücut anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefi akımdır. … Bu düşünce, dinî kitapların verdiği bilgilerle kalmayarak, yaratılışın ve evrenin sırlarını daha geniş bir düşünceyle çözmeye çalışan bir felsefe, araştırma ve duygu düşünce daha çok hangi asırda kendini göstermiştir?İlk tarikatin ortaya çıktığı XII. yüzyıla kadar olan dönem, tasavvufî düşüncenin doğup geliştiği ve şekillendiği bir zaman dilimidir. Bu dönemde tasavvuf, geniş ölçüde pratiklere dayanan, teorilere fazla yer vermeyen, basit fakat derin, sade ve anlamlı bir mânevî hayat tarzı olarak ilk kurucusu kimdir?Kurucusu 12. yüzyılda Doğu Türkistan'da yetişen Hoca Ahmet Yesevi'dir.*Tekke Edebiyatı, Anadolu'ya 13. itibaren gelişmiştir. Bu edebiyat şairleri tarikat merkezi olan tekkelerde yetişmiştir.
tasavvufun ortaya çıkış sebepleri nelerdir